DİRENMEK VE DİK DURMAK

Bir gün karakola çağrıldı Cihan. Hiçbir şüphe duymadan gitti. Ya da bize belli etmemişti. “Yemeğe yetişirim,” demişti ama annem huzursuzdu. Bu gidişin üzerinden tam yetmiş gün geçmişti ama hâlâ bir haber alamamıştık.

12 Eylül dönemiydi, kimse ne olduğunu bilemiyor, evladından nasıl haber alacağını kestiremiyordu. Yasaktı, hepsi o kadar.

Binlerce aile gibi biz de bir o yana bir bu yana çırpınıp duruyorduk canlarımız için.

Yetmiş günden sonra gelmişti haber. Cihan Eskişehir’in vicdansız bir karakolunda insanlığından çıkmış vaziyetteydi.

Çığırından çıkmış bir tsunami gelip her şeyi talan ettiğinde can kurtarma derdine düşer insanlar, başka hiçbir şey akıllarına gelmez. Öfkesini alıp geldiği yere geri çekildiğinde sular, o zaman anlarsınız enkazın büyüklüğünü. Aynen buydu yaşadıklarımız.

Zor zamanlardaydık.

Bazı acılar parçaları toplanmayacak kadar dağıtır ve savurur dört bir yana. Benim durumum aynen böyleydi.

Geceye yatmak, gecenin sahibinin sırlarına sarılmak, sorgusuz sualsiz teslim olmak istiyordum.

Devlet ana, kayıp hayatların şah damarına sokuluyor, kesip atıyordu evlatlarını.

Sofralarımızı darmadağınık hale getirenlerden hesap bile

soramadık, sustuk.

Öyle buhranlı bir dönemdeydik ki toplumun işin aslını düşünecek

zamanı yoktu. İnsanların gerçeğin peşine düşmesini beklemek beyhude bir çırpınış oluyordu.

Bayramları zehir ettiler bu millete. Yıllarca çektirdiler, acı ektiler. Ayırdıkça ayırdılar. Kutsadıkları ne varsa hepsinin üzerini örten perde yırtılacak bir gün diye umut ediyordum.

Garlardan, otobüs terminallerinden hoşlanmam; Eskişehir’den

ve Ankara’dan da zira Cihanın cezaevi anları var içinde.

Bayram sabahlarını hiç sevmem zira Cihan tutukluydu 6 yıl boyunca içerde.

Bazen ateş, miras gibi payına düşer insanın. Benim de payıma

ateş düştü.

Hani ateş gibi, kor gibi o kâkül, ellerimde gonca mühür. Ateşin hası yerleşir kalbe, zifiri karanlık geceye. Bütün hayalleri kor olmuşsa yürekte yangın olur hayaller her gece.

Lanetler okudum;

Harran, Kanne, Eden, Saba, Aşur, Kilmat tüccarları seninle

ticaret yaptı. Pazarlarındaki mallara karşılık güzel giysiler,

lacivert kumaş işlemeler, sık dokunmuş iplerle sarılmış renkli

halılar verdiler. Ticaret gemileri senin mallarını taşıdı, denizin

bağrında büyük yüklerle doldun. Kürekçilerin seni açık denizlere

götürdü ama doğu rüzgârları denizin bağrında parçaladı seni.

Geminin kazaya uğrayacağı gün zenginliğin, malların, ticari

eşyaların, gemicilerin, kılavuzların, kalafatçıların, seninle ticaret

yapanlar, askerlerin ve gemide olan herkes denizin derinliklerine

batacaktır. Gemicilerin bağırışından kıyılar titreyecek,

kürekçilerin gemiyi bırakacak, gemicilerle kılavuzlar kıyıda

duracaktır. Yüksek sesle haykırıp senin için acı acı ağlayacaklardır.

Başlarına topraklar serpilecek, külde yuvarlanacaklardır.

Senin yüzünden başlarını tıraş edecek, çul kuşanacaklar, senin

için yas tutacaklardır.

Şiirler yazdım;

Sundukları kan şerbeti, sakın!

Bu koca bir büyü

Özgürlüğün ağzında kanlı örtü

Demokrasi sunacak

Kahpenin büyüğü

Aldanmayın, ne varsa aldı götürdü

Selam dururken siz bunlara

Geçiliyor alkışlarla ırzınıza

İnanıyorum hesabı sorulacak

Dilleri çatallı, vicdanı iğdiş edilmiş bu çakallara

Böyle sürdü gitti bu acı, her anı deldi geçti, zaman da geçti. Cihan suçsuzmuş dediler beraat etti dediler ama 6 yıl sonra ceza evinden çıktığında bir arabanın altında kaybettim Cihanımı.

Zamanı durduramaz ki insan, zaten böyle zifiri zamanlarda vakit akıp gitsin, bitsin ister her can. Ben de bu acılı zamanlar, dikenli anlar gelip geçsin diye ne dualar ettim ve BEYAZ USTA SİYAH ÇIRAK romanımı kaleme aldım.

Aydınlar muhalif olurlar. Evet, aydınlar muhalif olurlar. Darbelere karşı dimdik duruyorlarsa.

İnsanlar katledilirken göğüslerini siper yapabiliyorlarsa.

Küresel oyunun kuklası olmayıp işgale karşı vatan sevgisi ile mücadele ediyorlarsa.

Teokratik bir düzenin ayak seslerini duyduklarında tüyleri diken diken oluyorsa.

Kendi milli ve manevi değerlerini aşağılamıyorlarsa.

Demokrasiden, insan haklarından, adaletten ve hukuktan yana tavır alıyorlarsa.

Kendi kendini aşabiliyorsa.

Sürekli bir şekilde gelişebiliyorsa.

Sonsuz bir şekilde insan sevgisi ile doluysa.

Maruz kaldığı haksızlıklara, zorbalıklara, eşitsizliğe, sömürüye, vatan düşmanlığına direnebiliyorsa.

Nereden gelirse gelsin darbe karşıtlığını bir huy olarak bünyesine yerleştirebiliyorsa.

Kısaca okumuşluğun, bilginin, kültürün, merhametin, muhabbetin, şefkatin yanında yer alabiliyorsa aydınlar muhalif olurlar.

Aksi takdirde onlar aydın değil karanlık olurlar hem de zifiri karanlık.

Ne yazık ki son yaşadığımız ve onun öncesinde yaşananlar Türkiye söz konusu olduğunda, “aydınlar muhalif olurlar” mottosunu yeniden tanımlama imkânı veriyor.

Bu yüzden yıllar sonra 15-TEMMUZ- 2016  FETÖ darbesi beni yeniden  yıllar öncesine götürdü ve bu yüzden tanklara karşı durdum, bu yüzden yazdım ve bağırdım,bu yüzden ölümü hiçe saydım.

Saydık.

Cihan için direndim,Ülkem için direndim,Türkiye için direndim bütün Millet gibi.

Kahrolsun darbeler ,kahrolsun demokrasi ve Millet düşmanları diye.